'Tutunamayanlar', Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Berna Moran, Oğuz Atay'ın bu ilk romanını "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak niteler. Moran'a göre "Oğuz Atay'ın mizah gücü ve duyarlılığı ve kullandığı teknik incelikler, Tutunamayanlar'ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır." Küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan Atay, "saldırısı tutunanların anlamayacağı, rededeceği türden bir romanla yapar."
Namık Kemal için tiyatro, halka doğrudan ulaşabilmesi bakımından oldukça önemli bir türdür. Vatan yahut Silistre oyununda da vatan sevgisini türlü duygularla çarpıştırıp nihayet hepsinden üstün çıkararak halka vatan fikrini ve sevgisini aşılamak ister. Kırım Savaşı'nın yaşandığı yıllarda Zekiye ve İslam Bey arasında yeni başlayan aşk, İslam Bey'in cepheye gitmesiyle beklenmedik bir hal alır. Zekiye İslam Bey'in ardı sıra erkek kılığına girerek Silistre savunmasına katılır ve böylece savaş meydanında aşkın, vatan sevgisinin, millet fikrinin iç içe geçtiği olaylar yaşanır. Vatan yahut Silistre 1 Nisan 1873'te ilk kez sahnelendiğinde halk üzerinde gösterilere varan büyük bir coşku yaratmış, bu etkinin diğer bir sonucu olarak Namık Kemal'in gazetesi İbret kapatılmış, kendisi de Magosa'ya sürülmüştür. Yazarı hayattayken Rusçaya ve Almancaya çevrilen eser, daha sonra pek çok dilde yayımlanır.
Kürk Mantolu Madonna'da Sabahattin Ali gözlerini çevirmenlik yapan bir memurun yaşamına çevirir. Havran'da doğup büyüyen Raif Efendi sonunda sanat okumaya karar verir ve kasabasından ayrılır. Önce İstanbul'a, oradan Berlin'e kadar uzaklaşır. Kendini bildi bileli düşünceleri dilsizdir; ya konuşmaya değer bulmaz ya da paylaşmaya sevk edecek bir başkasıyla karşılaşmamıştır. Sonunda Berlin'de karşısına çıkan Maria Puder bu sessizliğin bozulmasını sağlar. Raif Efendi yalnızlığından silkinir ve bu tatlı sevdaya bırakır kendini.
Efsuncu Baba büyüyle, simyayla, tılsımla uğraşan; define aramak, madeni altına çevirmek, yıldıznamelerden alemin sırrını çözmek gibi heveslere kapılmış bir zat-ı muhteremdir. Onun dünyasını batıl inançları şekillendirir, her adımını bu hurafelere göre atar. Eline yeni bir kitap geçer, İstanbul'un bütün defineleri şifreli halde bildirilmiştir bu kitapta. Defineye ulaşmak için tılsımı kaldırması gerekir, bu da Binbirdirek'teki anahtarı ve kendisine yardımcı olacak insan suretinde iki meleği bulmasına bağlıdır. Böylece Kirkor ve Agop'la tanışırız. Karın tokluğuna çalışan, ortaoyunundan fırlama bu iki komik tip Efsuncu Baba'nın karısı ve kızıyla yaşadığı konağa taşınır. Entrika giderek tüm aileyi sarar.
Hüseyin Rahmi sofu görünümlü budala karakterlerinden birini daha insanlığın en büyük derdi olarak, gülmeceyle süslü serüvenli bir dille canlandırıyor.
"Sabahattin Ali Kuyucaklı Yusuf 'ta bir Anadolu kasabasını, bütün insani ve sosyal gerçekliğiyle verir: Soylu insanlarıyla, bayağı insanlarıyla; sevgilerle, nefretlerle; umutla umutsuzlukla. (.) Okuduğum Türk romanları içinde ayrıntıların en mükemmel, en ustaca kullanıldığı romanlardan biri. O pek önemsizmiş gibi görünen küçük küçük ayrıntılar romana tam bir somutluk kazandırıyor; romandaki dünya, çerçevesini kırıp dışarıya fırlıyor, sizin dünyanıza karışıyor." -Fethi Naci Nazilli'de başlayan ve Edremit'e taşınan bu hüzünlü roman, bir "tabiat insanı" olarak Yusuf'un kasaba eşrafı ve halk arasında giderek sertleşen güç gösterileri içinde temiz kalma, aşkını koruma, aslında var olma savaşını anlatıyor.
Otuz iki yıllık bir zaman diliminde yazılan İnce Memed dörtlüsü düzene başkaldıran Memed'in ve insan ilişkileri, doğası ve renkleriyle Çukurova'nın öyküsüdür. Yaşar Kemal'in söyleyişiyle 'içinde başkaldırma kurduysa doğmuş' bir insanın, 'mecbur adam'ın romanı.
Abdi Ağa'nın zulmüyle köyünü terk etmek zorunda kalan Memed, Ağa'nın yeğeniyle evlendirilmek üzere olan Hatçe'yi kaçırır. Abdi Ağa'yı yaralayan, yeğenini de öldüren Memed eşkıya Deli Durdu'ya katılır, ancak kıyıcılığına katlanamadığı Deli Durdu'dan iki arkadaşıyla birlikte ayrılır. Memed, sıradan bir köy çocuğuyken, zulmedenler için eşkıyaya, köylüler içinse bir kurtarıcıya dönüşür.
Sabahattin Ali'nin 1944-1947 yılları arasında yazdığı hikayelerden derlediği Sırça Köşk, hayatını altüst eden, kendisini ölüme kadar götüren o keskin devrede yaşadığı ve hayatını şiddetle etkilemiş olayları da yansıtmaktadır.
Ayrıca Sinop Cezaevi'nde karşısına çıkan mahkumun başından geçenler gibi Rıfat Ilgaz'ın emniyetteki bir sorgusu da bu hikayelere girmiştir. Sırça Köşk'te biyografik ve otobiyografik parçalarla yazarın kendine döndüğünü söylemek yanlış olmaz.
.
Sis ve Gece
Amansız bir yalnızlaşma ve yabancılaşma
İstihbarat teşkilatının mesleğine aşkla bağlı elemanı Sedat’ın hayatı üst üste gelen musibetlerle altüst olmuştur. Babası gibi sevdiği amiri Yıldırım’ın öldürülmesinin şokunu atlatamadan kendisi de suikasta uğrar. Tüm bunların üstüne yegâne yaşama sevinci olan Mine’nin kaybolmasıyla hayatı tam bir cehenneme döner ancak pes etmez, sevgilisinin peşine düşer.
Faili meçhul cinayetlerin parçaladığı yaşamlar
Sis ve Gece olgun bir yazardan izler taşıyan üslubuyla şaşırtıcı bir ilk roman. Ahmet Ümit’e parlak bir kariyerin kapısını açan roman uzun vadede yazarın imzasına dönüşecek olan tüm temaları barındırıyor; arka sokaklarda kaybolan yaşamlar, azınlıklar, mezar taşlarının silinen yazıları gibi hayatımızdan sessiz ve çaresizce çıkan “ötekiler.”
Tarih Gelibolu'da Yazıldı... Gelibolu bu kitapta okunur...
MUHTEŞEM BİR ANLATI, MODERN BİR KLASİK!..
Çanakkale 2000
Çanakkale Savaşları'nda ölen büyük dedesinin mezarını aramak için Gelibolu'ya gelen Zelandalı genç bir kadın ve Çanakkale Milli Parkı'nda bastonuyla dolaşan Türk Nine'nin akıllara durgunluk veren seksen beş yıllık sırrı.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Çanakkale 1915
Osmanlı teğmeni Ali Osman Bey ile Anzak Er Alistair John Taylor'ın birlikte insanlığa verdiği dehşetengiz ders.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tarih kitaplarında yer almasına henüz hiçbir milletin izin vermeye hazır olmadığı büyük insanlık sınavı: Aynı adam aynı savaşta iki düşman ülkede savaş kahramanı olur mu? Ya da: Tarih düz okunacak bir metin midir? Ve tarih yeniden yazılmalı mıdır? Ve tarih yeniden yazılmalı mıdır?
"Uzun Beyaz Bulut -Gelibolu, Türk romanında heyecan verici bir yenilik. Savaşın anlamsızlığını, gizemini ve düşmanlığın ötesinde birleştirme mucizesini dünya edebiyatında pek az yazar böylesine sürükleyici bir anlatımla yaratabilmiştir."
TALAT S. HALMAN
Kim demiş "Erkekler ağlamaz!" diye. Ağlar efendim. Hatta öyle bir ağlarlar ki alıp da küçük bir çocuk gibi dizinize yatırmak istersiniz. Ben bu gece beni dizlerine yatıracak olan kadının yokluğuna ağlıyorum.
Okuduğum kitaplar, yazdığım satırlar, hepsi birer yara bandıydı. Bazı insanlar içinin acısını kelimelerden çıkarıyordu. Ben de o insanlardan biriydim. İçimdeki acıları parmak uçlarımda buluyor, onları satırlara çalıyordum.
Ben Alaz Tandoğan. Babası tarafından terk edilen, annesi tarafından öksüz bırakılan, hayat mücadelesine küçük yaşta başlayan kül olmuş bir gencim. Koca bir şehri, geçmişi de içine gömerek geride bıraktım. Kaybetmemeye çalıştığım güzel yanımı da cehennem kapılarının önünden toplarken içimdeki iblisleri zapt etmeye çalıştım.
Her şeyi yoluna koymaya çalıştığım ve bir meleğin kanatları altına sığındığım bir zaman oldu. Ama hayatım üzerine kumar oynanan masada, kader bir kez daha açtı elini önüme. İşte o an, elimdeki senaryolarda yazmayan sürpriz son, her şeyin başlangıcı oldu.
Ve bir alaz sardı her yanı. İçinde yanan kim oldu dersiniz?
Vasiyetimi okumaya başlasam bırakır mısınız kavgayı? Odamda, yatağımın yanındaki çekmecede. Şarkıyı falan bırakıp, getireyim, okuyayım mı? Keyfinizi kaçırayım, yemekleri çöpe atayım mı? Ne kadar yazık ediyoruz zamana. Bir daha niye gelesiniz bu eve? Buradayız, evimizde. Hep birlikteyiz. Koza bile burada. Eskisi gibi. Daha da kalabalığız. Ne güzel. Ne gerçek. Aile dediğin kalabalık bir sofradır. Daha ne?
En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın, içinden sanat, müzik, tarih, İstanbul ve en çok da tüm halleriyle insanın geçtiği Can Gürses romanlarının ilkidir. Yazıldıktan üç yıl sonra 2014'te yayımlanan, usta işi ilk romanı En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın sadece Deryadil ailesini değil, hepimizin ailesini anlatır. Dupduru Türkçesi, derin bir anlatım yordamı ve kalıp yargıları kıran nevi şahsına münhasır tekniğiyle yazar, 2007'nin güneşli bir Ocak gününde Deryadil ailesini, Edibe'nin hazırladığı sofra başında toplar. Edibe, 12 Eylül'de yurtdışına kaçan kızı Koza'nın 27 yıl sonra ülkesine dönmesiyle aileyi nihayet biraraya getirmiştir. Sofra başındaki herkes, birbirlerini diğerinin sevmediği yemek üzerinden anlatır. Aile tarihini bir de ailenin yıllanmış yakın tanıkları olan eşyalar dile getirir. Uçlardaki ve diplerdeki duygularla dolu geçen bu akşam yemeğiyle yazar, esasında "ben ve ötekinin, biz ve onların tohumunun atıldığı yer" olarak gördüğü aileyi ve okuru ertesi gün alacakları habere hazırlamaktadır.
Bir mutfakta sadece mis gibi kokular ve lezzetli yemekler yoktur. Savaş alanına dönüşme potansiyeli ve tezgahında aşk mayası da vardır.
Balım yaşadığı talihsiz olaylara rağmen, hayallerindeki restorana ve mutfağa kavuşmuş genç ve güzel bir kadındır. Kendi gibi inatçı ama bir o kadar da neşeli ve yakışıklı bir adam olan Kenan'dan aldığı teklifle birlikte öğrendikleri karşısında hayatı sarsılacaktır.
Kenan, Balım'a aslında hiç de istemediği bir teklifi yaparken aynı zamanda nefsiyle savaşmak zorunda kalacağından hiç haberi yoktur.
Birbirleriyle didişmekten konuşmaya fırsat bulamayan bu iki karakter aynı zamanda bir ekip olup yarışmaya hazırlanmak zorunda kalırsa o mutfakta neler yaşanabilir? Karşısında ondan uzak durmasına izin vermeyen çok yakışıklı ve karizmatik bir adam varken Balım aşktan ne kadar kaçabilir?
Balım ve Kenan'ın düştükleri sorunun içine kalpler katılacak. Mutfakta yemekle birlikte tutkulu da bir aşk pişerken ortalık biraz dağılacak.
Peki, kavgayla başlayan bir ilişki aşka dönüştüğünde sevgi ve tutku kaç ölçek olacak dersiniz?
Kimseyi istemiyorsun yanında, ama durup durup da yalnızlıktan şikayet edesin geliyor. Bir şeyden şikayet edebilmek için bile insan lazım. Öyle hileli bir şey bu.
Okumuşlar, okuyamamışlar, fakirliğin batağındaki yaşamlar; ev içi kavgalar, terk edenler, terk edilenler; heba olan masum hayatlar. Ya da hayatını zindana çeviren sevgiliyi unutayım derken bir yabancının düğününde başkalığı tadanlar. Büyümek, geçinmek için bin dereden su getirenler. Top peşinde koşanlar, kızının çeyizini örenler. Bir otostopla geçmişe, lise yıllarına dönenler ve tesadüfle altüst olan hayaller. Çay bahçeleri, düğün salonları, daracık ev içleri, camlarında yankılanan şarkılar ve feryatlar. Bandırma, Erdek, Susurluk, Samsun ve sokaklar, sokaklar.
Mahir Ünsal Eriş, ikinci öykü kitabı Olduğu Kadar Güzeldik'le 2014 Sait Faik Hikaye Armağanı'na değer görülmüş ve kuşağının en özgün, en sevilen yazarları arasına adını yazdırmıştı. Küçük insanların büyük duygularını anlatışıyla, samimiyeti ve sonsuz duyarlılığıyla geniş bir hayran kitlesi yaratmıştı. Olduğu Kadar Güzeldik ince ince işlediği onca hüzne, umutsuzluğa ve acıya karşın yaşam sevgisiyle dolu, edebiyatımızın unutulmayacak kitaplarından.
Romanları çok satanlar listesinden inmeyen, ödüller alan, 30 dile çevirilen, sinemaya ve tiyatroya aktarılan Zülfü Livaneli, Leyla'nın Evi'nde her biri ayrı bir dünyadan gelen insanların hayatlarını bir İstanbul romanında kesiştiriyor...
Boğaziçi'nde Bosnalılar Yalısı'nda doğup büyümüş paşa torunu Leyla Hanım, yalının yeni sahibi Ömer Cevheroğlu tarafından sokağa atılır ve mahallenin çocuklarından gazeteci Yusuf'un Cihangir'deki bekar evine sığınmak zorunda kalır. Yusuf'un sevgilisi Rukiye ("sahne adı"yla Roxy), Almanya'da peep show'larda modellik yapmış, hip-hop tarzı müzik yaparak "yırtmaya" uğraşan bir Almancı kızıdır.
Leyla Hanım, yalının yeni sahipleriyle görüşmeye çalıştığı bir gün, Ömer Bey'in babası, Kadızade Konağı'nın emektar vekilharcı, dört kuşaktır konaklarda hizmetkarlık yapan bir aileden gelen Ali Yekta Bey ile tanışır.
Her biri ayrı bir dünyadan gelen bu insanların hayatlarının kesişmesi, onları hem kendilerini hem de birbirlerini değiştirecekleri, kimi zaman acılı kimi zaman eğlenceli bir sürece sokacaktır.
Leyla'nın Evi, bir yanıyla da "ev" üstüne bir roman: "Çünkü imparatorluk yıkılırken bütün Osmanlı tebaası acı çekti ve herkes birbirinin evine yerleşti."
Büyük bir indiriminiz mi var? Sizi ziyaret eden ünlü biri veya önemli farklı bir etkinlik mi var? Bunları mutlaka herkesin öğreneceği şekilde duyurun.
Müşterileriniz sizi sosyal medyada övüyor mu? Potansiyel müşterileri sadık müşterilere dönüştürmek için müşterilerinizin harika deneyimlerini paylaşın.
Bir tatil indirimi veya haftalık özel bir indirim mi sunuyorsunuz? Müşterilerinizi bu muhteşem fırsatla heyecanlandırmak için burada duyurun.
Yeni bir yer mi açtınız; mağazanızı yeniden mi tasarladınız veya yeni bir ürün ya da hizmet mi eklediniz? Bu haberi kendinize saklamayın; paylaşın, duymayan kalmasın.
Müşterilerin soruları varsa, bizim de yanıtlarınız var. En sık sorulan soruları ekleyin; böylece herkes kazançlı olsun.
kitaplıyorum.com
Telif Hakkı © 2021 kitaplıyorum.com - Tüm Hakları Saklıdır.
GoDaddy Destekli
Web sitesi trafiğini analiz etmek ve web sitesi deneyiminizi optimize etmek amacıyla çerezler kullanıyoruz. Çerez kullanımımızı kabul ettiğinizde, verileriniz tüm diğer kullanıcı verileriyle birlikte derlenir.
Hoş Geldiniz! Denemeye Değer!