Eleştirmen Judith von Sternburg, Bernardine Evaristo'nun sekizinci romanı, adından da anlaşılacağı gibi sadece kadınların yaşlanması hakkında değil, her şeyden önce farklı olmakla ilgili olduğunu söylüyor. Farklı, yani "Kız, Kadın vs." deki on iki figür durumunda. öncelikle siyah, ama aynı zamanda kadın, ikili olmayan, siyasallaşmış ve kızgın veya tek ebeveyn. Ve maalesef bu aynı zamanda ayrımcılığa uğramak ve aşağılanmak anlamına da geliyor, dedi Sternburg. Bu diğerlerinin bakış açısını benimseyen Evaristo, daha önce ihmal edilmiş ve reddedilmiş bir bakış açısından Avrupa tarihinin bir parçasını anlatıyor,. Sıradışı yazı tipi tek başına karşı konulamaz bir çekiş, hareketin nefessizliğini yansıtan bir "nefessizlik" yaratır. Gözden geçiren, iç içe geçmiş on iki kaderi hevesle takip eder, karakterlerin ve yazarın mizahına gülüyor, utanç duyuyor, öfkelerini yeniden üretiyor, aynı zamanda umut ve yansıyan iyimserlik.
Rebecca Solnit, bilip bilmeden her şeyi açıklayarak kendini ispatlamak derdindeki adamları; kadınların nasıl susturulduğunu ve hayatın her alanında maruz kaldıkları şiddeti anlatıyor. Ancak kitabın Türkçe baskısı için yazdığı önsözden de anlaşılacağı gibi kötümser değil, aksine özgürleşebileceği başka bir dünya hayali için herkesi mücadeleye, dayanışmaya çağırıyor. Adamların dünyasında var olmaya çalışan kadınlara umut verirken gerçek kadın hikayelerinin yanı sıra Virginia Wolf’un metinlerinden, Pandora mitinden, Zapatistaların deneyiminden, kadın yol arkadaşlarından ve feminizmden güç alıyor. Kadının adı sessizlik. Erkeğinki iktidar. Kadının adı fakirlik. Erkeğinki zenginlik. Kadın ve erkekten bahsederken Onun diyoruz, ama kadına baktığımızda, Onun olan bir şey var mı gerçekten? Erkeğin adı Onun, ve o her şeyin kendisine ait olduğunu iddia ediyor, kadın da dahil. İzin almadan ve bir bedel ödemek zorunda kalmadan kadına sahip olabileceğine inanıyor.
1979 doğumlu Julie Peters, birkaç yıl kitapçı olarak çalıştı ve birkaç dönem tarih okudu. Sonra kendini tamamen yazmaya adadı. Vestfalya'da ailesiyle birlikte yaşıyor. Rütten & Loening'in "Ada yolundaki harika kitabevim", "Ada kitapçığındaki büyülü yazım" ve "Deniz kenarındaki küçük Noel kitabevi" romanlarının yanı sıra "Eski ülkede bir yaz" romanlarını çoktan yayınladı. Anaokulundan beri diger cocuklarin, hatta yetiskinlerin zorbaliklarina maruz kalan ve birkac kez intihar girisiminde bulunan on bes yasindaki Daelyn Rice icin durum yeni kaydoldugu lisede de pek ic acici degildir. Kendini öldürmeye kararli olan Daelyn, hayatlarini sonlandirmak isteyen insanlar icin tasarlanmis, Isigin-Icinden isimli bir internet sitesini kesfeder ve siteye kaydolarak, intihar etmek icin 23 günlük geri sayimi baslatir. Derken Santana adindaki genc bir cocuk okul cikisinda onunla birlikte bahcede oturmaya ve onunla konusmaya baslar. Ama daha önce pek cok kez ayni sekilde kandirilip alay edilen, hor görülen Daelynin insanlara güvenmesi icin artik cok gectir... Öyle degil mi Ulusal Kitap Ödülü finalisti Julie Anne Peters bu sarsici kitapla, zorbaligin gencleri nasil ucurumun kenarina itebilecegine isik tutuyor.
Karanlık Zafer
Robin Lafevers
Genç, güzel ve zalim.
Sybella, Ölüm Tanrısı Aziz Mortain’in manastırında bir suikastçı olarak eğitilmiş ve sonrasında Breton sarayına gönderilmişti.
Şimdi çok tehlikeli bir görev için sarayın karanlık dehlizlerinde dolaşıyor. Yüzüne taktığı maske ile o artık, Ölüm’ün en tehlikeli silahı.
Babasını gazabı ürkütücü ve kardeşinin sevgisi tekinsiz. Sybella her şeye rağmen, uğruna yaşayacağı bir amaç bulunuyor.
Ölüm’ün Hizmetkarları üçlemesinin ikinci kitabı olan Karanlık Zafer tehlikeli bir kaçış, karanlık güçler ve tarafını seçmek üzerine..
16 yaşındaki Starr, iki farklı dünyada yaşıyor: çete suçlarının damgasını vurduğu siyah bir mahalledeki evi ve paranın sorun olmadığı, neredeyse tamamen beyaz olan özel okulundan arabayla 45 dakika uzaklıkta. Starr kimliğiyle boğuşuyor, bir yandan evini hiç görmemiş arkadaşları var, diğer yandan "beyaz okula" gittiği için dışlanıyor. Romanın başında Starr ve bir arkadaşı, bir gece eve dönerlerken polis arabası tarafından durdurulur. Polis kontrolünün sonunda Khalil beyaz bir polis tarafından vurularak öldürülür. Durum ne kadar açık olursa olsun, halkın algısı farklıdır ve Starr bu adaletsizliğe karşı ses çıkarmaya karar verir. Angie Thomas'ın romanı ''Bir gençlik romanı'' olarak karşımıza açık bir çelişki olarak çıkabilir, ancak onun anlattığı yol kesinlikle siyah-beyaz değildir. Gri alanları keşfediyor ve aniden uyuşturucular bir Molotof kokteyli kadar anlamlı hale geliyor. Anlamak, onaylamak anlamına gelmez. Angie Thomas, çete suçlarını polis şiddeti ile aynı eleştirel gözle inceliyor ve ne kadar beyaz olduğunu bilmeyen bir dünyada ırkçılığın şiddetli gündelik doğasını gözler önüne seriyor
Tom Hazard'ın tehlikeli bir sırrı var. 41 yaşında sıradan biri gibi görünebilir, ancak ender görülen bir durum nedeniyle yüzyıllardır yaşıyor. Elizabeth İngiltere'sinden Caz Çağı Paris'e, New York'tan Güney Denizlerine, Tom çok şey görmüş ve şimdi sıradan bir yaşam arzuluyor. Hayatta kalmak için kimliğini her zaman değiştiren Tom, mükemmel bir kimliğe sahip, Londra'da tarih öğretmeni olarak çalışıyor. Burada çocuklara savaşları ve cadı avlarını sanki onlara hiç tanık olmamış gibi öğretebilir. Kendisine hızla yetişen geçmişi evcilleştirmeye çalışabilir. Tom'un yapmaması gereken tek şey aşık olmaktır.
Yeni Gine, otuzlu yaşların başı: Gençliğinde zaten ünlü olan Amerikalı etnolog Nell Stone, kapsamlı saha araştırmasının ardından kocası Fen ile birlikte kolonyal bir istasyona döndüğünde fiziksel olarak bitkin düşer. Orada, kendileriyle bir işbirliği öneren bir etnolog olan İngiltere'den Andrew Bankson ile tanışırlar. Sepik Nehri üzerindeki kabileleri araştırmak için yapılan başarısız girişimlerden tükenen üçlü, kadınların egemen olduğu Tam kabilesine varır. Nell ve Andrew kısa sürede yakın bir çalışma ilişkisinden daha fazlasını geliştirdiler. Ve bilim adamları, Tam'ın alışılmadık ritüellerini ne kadar derin araştırırsa, bireysel istek ve ilgiler o kadar net ortaya çıkıyor. Yakında karşılaştıkları gerginlikler dramatik bir şekilde sona erecek ...
İnsani olan her sey, ilerlemedigi sürece geriler. Tek istedikleri saglikli bir cocuktu. Yasadiklari ise tam anlamiyla bir kabus. Tüm hastaliklarin kökünü kurutabilirim. John ve Naomi Klaesson, genetik bir hastalik sebebiyle cocuklarini kaybettikten sonra yikilmisti. Yeni bir cocuk sahibi olmayi her seyden cok istiyorlardi ama o cocugun da ayni hastaligi tasima riski yüksekti. Size her zaman hasretini cektiginiz cocugu verebilirim. Derken, Doktor Dettore ile tanistilar. Dettore, kullandigi birtakim metotlar sayesinde onlari, hastalik yüzünden cocuk kaybetmenin acisindan tamamen kurtarabilirdi. Böylece yolculuklari basladi. Kusursuz insanlar yaratabilirim. Ellerine verilen listeyi gördüklerinde bir seylerin ters gidebilecegini anlamalari gerekirdi. Göz ve sac rengi secimi, spor becerileri... Cocuklarini tam anlamiyla istedikleri gibi tasarlayabileceklerdi. Ve artik geri dönüs yoktu. Naomi hamileydi ve simdiden ters giden bir seyler vardi... Biz isik hizindan daha yüksek hizla seyahat edebilmenin ve atalarimizin hayal bile edemedigi bircok seyin esiginde duran bir türüz ama henüz kalbimizdeki nefretle nasil bas edecegimizi ögrenebilmis degiliz. Müşteriler, sık sordukları soruları görüntüleyemiyorsa bu bölüm yok demektir. Sunduğunuz hizmetleri anlaşılır bir şekilde sıralayın ve açıklayın. Ayrıca premium bir hizmetinizi öne çıkardığınızdan da emin olun.
Irvin D. Yalom, 1931'de Washington DC'de Rus göçmenlerin çocuğu olarak dünyaya geldi. ABD'deki en etkili psikanalistlerden biri olarak kabul ediliyor ve çok sayıda ödül aldı. Uzmanlık kitapları klasik olarak kabul edilir. Romanları uluslararası alanda en çok satanlar haline geldi ve psikanalizin en güzel ve heyecan verici hikayeleri sadece nasıl anlatacağını bilirseniz materyal sağladığını gösteriyor.
Kendine güvenen genç Rus Lou Andreas Salomé, saygın doktor Josef Breuer'i intihara meyilli Friedrich Nietzsche'ye yardım etmeye ve onu yıkıcı takıntısından kurtarmaya çağırıyor . Breuer, Nietzsche'yi yeni bir şifa yöntemine kabul eder ve tabi tutar, ancak bunun sonucu her ikisi için de beklenmediktir.
"Sineklerin Tanrısı", günümüzde bir atom savaşı sırasında, ıssız bir adaya düşen bir avuç okul çocuğunun, geldikleri dünyanın bütün uygar törelerinden uzaklaşarak, insan yaradılışının temelindeki korkunç bir gerçeği ortaya koymalarını dile getirir. Konusu, R. M. Ballantyne'ın Mercan Adası gibi eşsiz bir mercan adasının cenneti andıran ortamında başlayan bu roman, çağdaş toplumlardaki çöküntünün, insan yaradılışındaki köklerini gözönüne sermek amacıyla Mercan Adası'ndaki duygusal iyimserlikten apayrı bir yönde gelişir. Uygar insanın yüreğinde gizlenen karanlığı deşerken "Sineklerin Tanrısı"; daha çok Conrad'ın kısa romanı "Karanlığın Yüreği"ni andırır. Golding'in romanındaki çocuklar da başlangıçta tıpkı Kurtz gibi, uygar toplumun baskılarından uzak bir örnek düzen kurmak isterlerken, gitgide hayvanlaşır, korkunç bir kişiliğe bürünürler. Bu yönüyle Sineklerin Tanrısı'nın Mercan Adası ile öbür ıssız ada serüvenlerinden ayrıldığı en önemli nokta, ıssız ada yaşamının çetin güçlüklerini ya da mutluluğunu anlatmaktan daha çok, bir insanlık durumunu, kişiler arasındaki çatışma aracılığıyla ortaya koymaya çalışmasıdır.
Stevenson yinelenen kabuslarında çifte yaşam sürüyor; gündüzleri saygın bir doktor olarak çalışırken geceleri sokaklarda geziniyordu. Dr. Jekyll ile Bay Hyde işte bu kabuslardan doğdu. 1886'da yayımlandığında İngiltere ve Amerika'yı kasıp kavuran yapıt, çok sayıda tiyatro ve sinema uyarlamasıyla bir popüler kültür efsanesine dönüşerek günümüze kadar geldi. Victoria döneminin değerlerine uygun olsa da, olay örgüsü günümüzün toplumsal ve psikolojik kaygılarına denk düşecek biçimde yeniden işlenebilmesine elveriyordu. Bir yandan da, bunca şan şöhretin gölgesinde kalan edebi derinliği ve çok katmanlılığıyla farklı düzeylerde okunabilecek bir metin olarak varlığını sürdürdü. Ruhla bedenin arzuları arasındaki ezeli çatışmadan söz ederken Victoria toplumunun ikiyüzlülüğünü yeren ve psikoloji alanında Freud'un kuramlarını haberleyen gelişmelerle kan bağı bulunan, çağının ötesinde bir başyapıt olarak.
**Baskı sayısı çeşitlilik göstermektedir. Yazarlıkta karar kılıncaya kadar, boks antrenörlüğünden ressam ve heykeltıraşlara modellik yapmaya, muz plantasyonlarında hamallıktan gece kulüplerinde garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalışan Jose Mauro de Vasconcelos'un başyapıtı Şeker Portakalı, "günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü"dür. Çok yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen, dokuz yaşında yüzme öğrenirken bir gün yüzme şampiyonu olmanın hayalini kuran Vasconcelos'un çocukluğundan derin izler taşıyan Şeker Portakalı, yaşamın beklenmedik değişimleri karşısında büyük sarsıntılar yaşayan küçük Zeze'nin başından geçenleri anlatır. Vasconcelos, tam on iki günde yazdığı bu romanı "yirmi yıldan fazla bir zaman yüreğinde taşıdığını" söyler.
Simyacı, dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun üçüncü romanı. 1996 yılından bu yana Türkiye'de de çok okundu, çok sevildi, çok övüldü bu kitap. Bir büyük Doğu klasiği olan Mevlana'nın ünlü Mesnevi'sinde yer alan bir küçük öyküden yola çıkarak yazılan bu roman, yüreğinde çocukluğunun çırpınışlarını taşıyan okurlar için bir "klasik" yapıt haline geldi.
Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının öyküsü. Ama aynı zamanda bir "nasihatname"; "Yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğunu nasıl kuracaksın?" gibi sorulara yanıt arayan bir yaşam ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen bu romanın, dünyanın dört bir yanında bunca sevilmesinin gizi, kuşkusuz bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor.
Simyacı'yı okumak, herkes daha uykudayken şafak vakti uyanıp, güneşin doğuşunu izlemeye benziyor..
Kolombiyalı büyük yazar Gabriel Garcia Marquez'in 1981'de yayımlanan yedinci romanı Kırmızı Pazartesi, işleneceğini herkesin bildiği, engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir namus cinayetinin öyküsü. Hem Kolombiya'da, hem de yayımlandığı dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş bir roman. Usta yazar, çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayet olayını aktarıyor. Romanın kahramanı Santiago Nasar'ın öldürüleceği daha ilk satırlardan belli. Kırmızı Pazartesi, yalnızca bir cinayetin arka planını değil, bir halkın ortak davranış biçimlerinin potresini de çiziyor. Böylece, sonuna dek ilgiyle okuyacağınız bu kısa ve ölümsüz roman, bir toplumsal ruhçözümü niteliği de kazanmış oluyor.
"Paulo Coelho'nun ustalığı, herkese seslenebilmesinden kaynaklanıyor. Sevecen, ama etkili bir öğretmen. Kitapları tüm dünyada 100 milyon satmış olan Coelho'nun şaşırtıcı çekiciliğinin nedeni de bu olsa gerek." Veronika, her istediğine sahip görünen, renkli bir yaşam süren, yakışıklı erkeklerle gezip tozan genç bir kadın olmasına karşın, mutlu değildir. Yaşamında bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir. Başarısız bir intihar girişiminin ardından, kendine geldiği zaman bir akıl hastanesindedir. Üstelik çok kısa bir ömrü kaldığını öğrenir. Zaten ölmek isteyen Veronika bu süreçte, başka dünyaların insanlarını tanırken kendisini de keşfetmeye başlar.
Şeker Portakalı'nın sevimli, küçük kahramanı Zeze işte yine karşınızda. Gözlerinin içi yine ışıl ışıl, yüreği yine sevgi dolu. Ama hüzünleri, biraz daha büyümüş bir çocuğun hüzünleri. Küçüklüğündeki küçük Şeker Portakalı yok, ama bu kez de yüreğinde sevgili kurbağası var. Zengin ve aşırı alıngan bir aile tarafından evlat edinilmiş. Ama Zeze yeni babasının iyi niyetine karşılık vermiyor. Evdeki biricik dostu, aşçı Dadada. Bir de düşlerindeki, yeri doldurulamayan, yüreğine kadar sokulup yerleşen kurbağa ve bir filmde görerek gerçek babasının yerine koyduğu ünlü Fransız şarkıcısı Maurice Chevalier. Çok parlak bir öğrenci olan Zeze sırılsıklam âşık oluyor. O güne kadar herkesi kızdıran, kimi de tehlikeli şeytanlıklar yapan bir çocuk. Çocukluğunun sonu, yeniyetmeliğin ilk adımları, verilmesi gereken yalnızlık sınavı...Zeze'nin, dostlarını hayâl kırıklığına uğratması olanaksız. Onun her yaştan pek çok dostu olduğunu da iyi biliyoruz. Şeker Portakalı'nın devamı olan Güneşi Uyandıralım'ı da çok seveceğinize inanıyoruz. Dizinin üçüncü kitabı olan Delifişek'te bu kez, Zeze'yi delikanlılık yaşında bulacaksınız.
Amin Maalouf, Osmanlı İmparatorluğu'nu, etnik çatışma ve çözülmeyi, Avrupa'yla Doğu'nun, dillerin ve dinlerin tanışma noktası Doğu Limanları'nı anlatıyor. İnce dokunmuş bir tarih örtüsüne işlenmiş kentler ve yaşamlar var bu satırlarda.
“İstediğin kadar saksağan vur vurabilirsen, ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.”
Tüm zamanların en sevilen hikâyelerinden biri olan, kırktan fazla dile çevrilen, Oscar ödüllü bir sinema filmi için temel oluşturan ve yirminci yüzyılın en iyi romanlardan biri seçilen Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek, Amerika’nın acımasız bir önyargı ile zehirlenmiş güneyinde geçen, sürükleyici, yürek burkan ve dikkat çekici bir büyüme hikâyesi. Büyüleyici güzellikler ve vahşi eşitsizlikler dünyasında haksız yere korkunç bir suçla suçlanan bir “zenci”yi savunmak için her şeyi riske atan bir adamın hikâyesi çocuk kahramanın gözünden anlatılıyor.
Şefkat dolu, dramatik ve düşündürücü Bülbülü Öldürmek okurları insan doğasının köklerine; masumiyet ve deneyime, nezaket ve zulme, sevgi ve nefrete, mizah ve pathosa götürüyor. Harper Lee'nin her zaman basit bir aşk hikâyesi olarak gördüğü romanı bugün Amerikan edebiyatının bir şaheseri olarak kabul ediliyor.
""Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli, kocaman bir evde, toprak yiyen bir kızkardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları birörnek bir yığın akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha az bir sürede yazdım. Ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı... Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım... Bu romanı büyük bir dikkatle ve keyifle okuyan ve hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan hiçbir şey anlatmamıştım. Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek satır bulamazsınız.""
Ein Jahrhundertleben – verwandelt in Literatur
Drei Heldentaten habe sie in ihrem Leben vollbracht, erklärt Helga Schuberts Mutter ihrer Tochter: Sie habe sie nicht abgetrieben, sie im Zweiten Weltkrieg auf die Flucht mitgenommen und sie vor dem Einmarsch der Russen nicht erschossen. Helga Schubert erzählt in kurzen Episoden und klarer, berührender Sprache ein Jahrhundert deutscher Geschichte – ihre Geschichte, sie ist Fiktion und Wahrheit zugleich. Mehr als zehn Jahre steht sie unter Beobachtung der Stasi, bei ihrer ersten freien Wahl ist sie fast fünfzig Jahre alt. Doch erst nach dem Tod der Mutter kann sie sich versöhnen: mit der Mutter, einem Leben voller Widerständen und sich selbst.
It's the year 1260 and the great cathedral - the most ambitious building in all of Christendom - is rising above the streets of Cologne. Far below its soaring spires and flying buttresses, an assassin of unnatural talent surveys his new hunting ground. More shadow than man, the assassin is quick to take his first life. But there is a witness to his crime: a flame-haired thief known as Jacob the Fox. Justly terrified by the black-clad spectre, Jacob runs for his life, convinced that he's pursued by the Angel of Death itself. For all his street-smart cunning, the wily Fox cannot shake off the assassin - a cruel, efficient murderer who favours a pistol-grip crossbow as his weapon of choice. Fate, injury and desperation lead Jacob to seek help from a beautiful clothes dyer, her drunken rascal of a father, and her learned uncle, a man of God who loves a battle of wits almost as much as he loves a bottle of wine. With the threat of an untimely death at the end of a crossbow bolt never far way, Jacob's unlikely cabal find themselves faced with a conspiracy born of an unquenchable thirst for revenge, a conspiracy that threatens to tear Cologne apart and stain the city with blood.
Daha önce yayımladığımız Nietzsche Ağladığında kısa sürede kendi hayranlarını yaratarak bir "kült" romana dönüştü. Bunun gibi yoğun metinlerde pek rastlanmayan bir ilgiyle karşılaşarak büyük övgüler aldı. Aynı yazarın hayranlarını hayal kırıklığına uğratmayacak bir başka romanını sunuyoruz bu kez: Divan.Yine yoğun, şaşırtıcı ve sürükleyici... ZAMAN: Tam bir iletişim bombardımanına maruz kalırken en yakınımıza bile dokunmakta sorunlar yaşadığımız modern zamanlar. Bütün mahremiyet dengelerinin bozulduğu, "özel hayat" tecavüzcüleri ve teşhircilerle dolu bugünün dünyası. MEKAN: Psikiyatrist ve hastanın birbirlerine açıldıkları, birbirlerini teslim almaya çalıştıkları, yalan söyledikleri, seviştikleri bir tür mahremiyet koltuğu: Divan.Ya da "oyun yeri". AKTÖRLER: Sahicilik ve samimiyet arayanlar. İçi acıyanlar. Dokunma ve konuşma yeteneğini yitirenler. Kendisiyle yüzleşmeyi beceremeyenler. Tanrı arayanlar. Yalnızlar. Dolandırıcılar. Ve zamanımızın vazgeçilmezleri arasındaki yerlerini giderek sağlamlaştıran psikiyatristler. KONU: Yakınlarımızla yaşayamadığımız mahremiyeti bir kurum olarak paylaşan psikiyatristlerin ne ölçüde sahici ve samimi oldukları. Psikiyatrist ve hastası arasındaki mahremiyetin sınırları; seksin terapideki (varsa) yeri. Hayal ve hakikat ilişkisi. En mahrem sırlarımıza vakıf olan psikiyatristlerin bu "mahrem yükler"i taşırken kendi mahremiyetlerindeki dalgalanmalar karşısında nasıl tökezledikleri. Genç bir hekim, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin başkanlığını yapmış, şimdi ise hastasıyla cinsel ilişkiye girmekle suçlanan bir meslektaşını sorgulamakla görevlendirilir. Suçlanan psikiyatrist, katı kurallara dayalı hasta-hekim ilişkisinin aşılmasını savunmaktadır: "Benim tekniğim, her türlü tekniği bir yana bırakmaktır" der. Genç hekimin tüm yaşamını değiştirecek olan bu görüşmeyle birlikte sevgi, hakikat, teori, otorite, benlik, doğruluk, para, statü, kibir, hınç... ve yalan üzerine, "içeriden anlatılan" bir yolculuk başlar.
Varoluşçu psikoterapi dünya çapında pek çok şekilde uygulandı ve uygulanmaya devam ediyor. Fakat şu ana dek tutarlı bir yapıdan, varsayımlarının analizinden ve faydasına dair değerlendirmeden yoksundu. Grup Psikoterapisinin Teori ve Pratiği adlı kitabı 1970'ten beri alanında bu işlevi gören Irvin Yalom, varoluşçu psikoterapiyi arka planı, sentezi ve çerçevesiyle birlikte ortaya koyuyor.
Yalom'un hayatla ilgili dört nihai kaygı olarak tanımladığı "ölüm, özgürlük, varoluşsal yalıtım ve anlamsızlık" etrafında organize olan kitap, bütün bu varoluşsal kaygıların anlamını ve onlarla karşılaştığımızda meydana gelen çatışma türlerini ele alıyor. Yalom bu kaygıların kişilik ve psikopatolojide kendini nasıl gösterdiğini ve bunlara dair bilgimizin tedaviye nasıl destek olacağını anlatıyor. Bu kitap, kendi klinik deneyimlerinde geleneksel kuramların yetersizliğini sezen psikoterapistler için entelektüel bir temel oluşturarak deneysel araştırmalara yeni kapılar açıyor
Zwei starke Frauen zwei deutsche SchicksaleUnd die Geschichte des Berliner Kaufhauses KaDeWe in einem anrhrend authentischen historischen RomanDeutschland 1914: Charlotte wchst auf dem archaischen Landgut ihres mchtigen Vaters in Sachsen auf. Die Welt scheint ihr zu Fen zu liegen, als sie von ihrer Tante und deren jdischem Ehemann in die Leipziger Ballsaison eingefhrt werden soll. Sie begegnet ihrer ersten Liebe. Doch der Beginn des ersten Weltkriegs zerstrt ihre Plne. Und ihr Leben verndert sich fr immer.Gleichzeitig gelingt es Anna, zwischen den Wasserstraen des Spreewalds, wo Verzicht und harte Arbeit erfinderisch machen, dem Schicksal immer wieder ein Schnippchen zu schlagen. Doch sie verkennt die tiefe Liebe ihres besten Freundes, bevor er an die Westfront zieht. An einem eiskalten Tag im Februar 1919 steigt die neunzehnjhrige Schneiderin alleine in den Zug nach Berlin. In den engen Hinterhfen des Wedding prallen Hunger und Armut auf den ungezgelten Lebensdurst der beginnenden zwanziger Jahre. Und im Konsumtempel KaDeWe sucht man Verkuferinnen Anna und Charlotte werden sich erst 1953 in Berlin begegnen. Hinter ihnen liegen zwei Weltkriege und ihr deutsches Schicksal. Es ist die Ehe ihrer Kinder, die die beiden ungleichen Frauen zusammenfhrt, und eine tiefe Verbundenheit durch denselben Schmerz, den sie noch nie zuvor einem anderen Menschen anvertraut haben.Es ist das vergessene Leben der Frauen, in dieser ganz besonderen Zeit, die bis heute nachwirkt, das ich zu Papier bringen wollte. Es wurde so lange totgeschwiegen. Zwei Handvoll Leben lsst es uns spren.Katharina FuchsKatharina Fuchs erzhlt in ihrem historischen Roman nicht nur ein Stck deutsche Geschichte aus der Perspektive der Frauen es ist die Geschichte ihrer eigenen Gromtter. Das Schicksal von Charlottes und Annas Tchtern, die in den 50er und 60er Jahren gegen Engstirnigkeit und althergebrachte Rollenbilder um ihre Trume kmpfen, schildert Katharina Fuchs in Neuleben.
Der bekannte Kölner Nachrichtenmoderator Tom Monderath macht sich Sorgen um seine 84-jährige Mutter Greta, die immer mehr vergisst. Was anfangs ärgerlich für sein scheinbar so perfektes Leben ist, wird unerwartet zu einem Geschenk. Nach und nach erzählt Greta aus ihrem Leben – von ihrer Kindheit in Ostpreußen, der Flucht vor den russischen Soldaten im eisigen Winter, der Sehnsucht nach dem verschollenen Vater und ihren Erfolgen auf dem Schwarzmarkt in Heidelberg. Als Tom jedoch auf das Foto eines kleinen Mädchens mit dunkler Haut stößt, verstummt Greta. Zum ersten Mal beginnt Tom, sich eingehender mit der Vergangenheit seiner Mutter zu befassen. Nicht nur, um endlich ihre Traurigkeit zu verstehen. Es geht auch um sein eigenes Glück.
"Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var," dedi. "Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana. Farklı seçimler yapmış olsan, şu an nasıl bir hayatın olacağını görürsün.
Pişmanlıklarını telafi etme şansın olsaydı, bazı konularda farklı davranır mıydın?"
Nora Seed berbat halde. Kedisi öldü. İşinden kovuldu. Abisi onunla konuşmuyor. Kimsenin ona ihtiyacı yok. Art arda alınmış kötü kararların sonucunda bir kütüphanede buluyor kendini. Zamanın hiç akmadığı bir gece yarısı kütüphanesinde, sonsuz sayıda kitabın ortasında... Kitapların her birinde Nora'nın farklı bir hayatı yazılı. Başka kararlar verseydi yaşamış olabileceği hayatlar.
Farklı kariyerler, farklı eşler, farklı arkadaşlar, farklı şehirler arasında gidip gelen Nora'nın aklı sorularla doluyor. Mutluluk sadece önemli sandığımız seçimlerde mi gizli? Yanlış giden her detayın sorumlusu gerçekten biz miyiz? Hayatı yaşanılır kılan ne? Yanlış bir karar insanın tüm hayatına mal olabilir mi?
İngiliz edebiyatının önemli isimlerinden Matt Haig; Nora'nın pişmanlıklara, ihtimallere ve yeniden seçme imkanına dair çıktığı bu yolculukta, ona eşlik edecek okurlara sürükleyici ve insanın en temel sorunlarını konu alan bir kurgu sunuyor.
Kurtulmak istediğiniz anılarınız mı var?
Leteo Enstitüsü'nü arayın ve kötü hatıralarınızdan arının.
On altı yaşındaki Aaron Soto hayatını derinden sarsan bir aile trajedisinden sonra mutluluğun peşine düşer. Çabaları ve kız arkadaşı Genevieve'in desteğiyle mutluluğun nasıl bir duygu olduğunu hatırlamaya başlar ama geçmişini paylaşıp geleceğiyle yüzleşmesini yeni arkadaşı Thomas'a borçludur. Üstelik iki arkadaş yakınlaştıkça, Aaron yeni kavuştuğu huzuru tehlikeye sokacak gerçekleri keşfedecektir. Leteo Enstitüsü'nün başlattığı çığır açan bir hafıza değiştirme işlemi onu bu zorluktan kurtarmayı vaat etse de Aaron tüm anılarından vazgeçmeyi göze alabilecek mi?
"İlklerin romanı: İlk aşk, ilk kalp kırıklığı, ilk kayıp. Ustalıkla kaleme alınmış bir eser."
ÖLÜMSÜZ BİR YAŞAM, KAYIPSIZ BİR SEVGİ MÜMKÜN MÜ?
5 Eylül'de, gece yarısını biraz geçe Ölüm-Habercisi, Mateo Torrez ve Rufus Emeterio'yu kötü haber vermek için arar: Bugün öleceklerdir.
Birbirini tanımayan Mateo ve Rufus son günlerinde farklı sebeplerden yeni bir arkadaş aramaktadır. Neyse ki bu iş için bir telefon uygulaması vardır. Son Arkadaş isimli uygulama sayesinde tanışan Rufus ve Mateo son bir muhteşem maceraya atılıp bir ömre bedel deneyimi bir günde yaşamaya çalışacaktır.
Aşk, ayrılık ve yasın acısı dinebilir mi?
Ayrıldığı ilk aşkı Theo boğularak ölünce Griffin'in dünyası başına yıkılır. Theo üniversite okumak için Kaliforniya'ya taşındığında Jackson'la görüşmeye başlamasına rağmen Griffin doğru zaman geldiğinde onun kendisine döneceğinden şüphe etmemiştir. Ancak tek aşkının beklenmedik ölümünden sonra o da Jackson'ın arkadaşlığına sığınır. Griffin her ne kadar dertlerini onunla paylaşsa da içindeki fırtına bir türlü dinmez. Takıntıları ve yıkıcı seçimlerinde kendini kaybeder ve sakladığı sırlar onu paramparça eder.
Geleceğini şekillendirebilmesinin tek yolu, geçmişiyle ve hayat yapbozunun kalp kırıcı her bir parçasıyla yüzleşmektir.
Aşk, yas, psikolojik rahatsızlıklar ve geçmişe takılıp kalmanın doğurduğu sonuçlar üzerine etkileyici bir eser
What happens when America's First Son falls in love with the Prince of Wales?
When his mother became President, Alex Claremont-Diaz was promptly cast as the American equivalent of a young royal. Handsome, charismatic, genius--his image is pure millennial-marketing gold for the White House. There's only one problem: Alex has a beef with the actual prince, Henry, across the pond. And when the tabloids get hold of a photo involving an Alex-Henry altercation, U.S./British relations take a turn for the worse.
Heads of family, state, and other handlers devise a plan for damage control: staging a truce between the two rivals. What at first begins as a fake, Instragramable friendship grows deeper, and more dangerous, than either Alex or Henry could have imagined. Soon Alex finds himself hurtling into a secret romance with a surprisingly unstuffy Henry that could derail the campaign and upend two nations and begs the question: Can love save the world after all? Where do we find the courage, and the power, to be the people we are meant to be? And how can we learn to let our true colors shine through? Casey McQuiston's Red, White & Royal Blue proves: true love isn't always diplomatic.
For cynical twenty-three-year-old August, moving to New York City is supposed to prove her right: that things like magic and cinematic love stories dont exist, and the only smart way to go through life is alone. She cant imagine how waiting tables at a 24-hour pancake diner and moving in with too many weird roommates could possibly change that. And theres certainly no chance of her subway commute being anything more than a daily trudge through boredom and electrical failures.
But then, theres this gorgeous girl on the train.
Jane. Dazzling, charming, mysterious, impossible Jane. Jane with her rough edges and swoopy hair and soft smile, showing up in a leather jacket to save Augusts day when she needed it most. Augusts subway crush becomes the best part of her day, but pretty soon, she discovers theres one big problem: Jane doesnt just look like an old school punk rocker. Shes literally displaced in time from the 1970s, and August is going to have to use everything she tried to leave in her own past to help her. Maybe its time to start believing in some things, after all.
Casey McQuistons One Last Stop is a magical, sexy, big-hearted romance where the impossible becomes possible as August does everything in her power to save the girl lost in time.
From the USA Today bestselling author of The Friend Zone comes an adorable and fresh romantic comedy about one trouble-making dog who brings together two perfect strangers.
Two years after losing her fiancé, Sloan Monroe still can't seem to get her life back on track. But one trouble-making pup with a 'take me home' look in his eyes is about to change everything. With her new pet by her side, Sloan finally starts to feel more like herself. Then, after weeks of unanswered texts, Tucker's owner reaches out. He's a musician on tour in Australia. And bottom line: he wants Tucker back.
Well, Sloan's not about to give up her dog without a fight. But what if this Jason guy really loves Tucker? As their flirty texts turn into long calls, Sloan can't deny a connection. Jason is hot and nice and funny. There's no telling what could happen when they meet in person. The question is: with his music career on the rise, how long will Jason really stick around? And is it possible for Sloan to survive another heartbreak?
In glittering Shanghai, a monster awakens . . .
A blood feud between two gangs runs the streets red, leaving the city in the grip of chaos. At its heart is eigh-year-old Juliette Cai, a former flapper who has returned to assume her role as the proud heir of the Scarlet Gang - a network of criminals far above the law. Their only rivals in power are the White Flowers, who have fought the Scarlets for generations. And behind every move is their heir, Roma Montagov, Juliette's first love . . . and first betrayal.
But when gangsters on both sides show signs of instability culminating in clawing their own throats out, the people start to whisper. Of a contagion, a madness. Of a monster in the shadows. As the deaths stack up, Juliette and Roma must set their guns - and grudges - aside and work together, for if they can't stop this mayhem, then there will be no city left for either to rule.
Filled with romance, intrigue and betrayal, this heart-stopping debut is perfect for fans of The Last Magician and Descendant of the Crane
AŞK, ÖLÜM, KAN, KÜL VE SAVAŞ BİR RÜZGARLA GEÇİP GİTTİ
Amerikalı bir yazarın ilk romanıydı, ama 20. yüzyılın en görkemli aşk hikayesi olarak edebiyata ve sinemaya damga vurdu. Gelmiş geçmiş en büyük aşk ve savaş destanlarından biri kabul edilen Rüzgar Gibi Geçti, aynı zamanda kadın kahramanı Scarlett O'Hara'nın bağımsız, erkek egemenliğine kafa tutan güçlü kadın imgesiyle feminist bir manifestoya dönüştü. Amerikan tarihinin en kanlı savaşı esnasında güçlü karakteri ve çarpıcı güzelliğiyle Scarlett O'Hara; özgür ruhlu ve çekici Rhett Butler ve romantik, son derece yakışıklı Ashley Wilkes'ın çarpıcı aşk üçgenine odaklanıyor. Okuru, aşkın fırtınalarına ve dönüştürücü gücüne tanıklık etmeye davet ediyor.
SCARLETT: "Bunu yarın düşünürüm! Çünkü yarın başka bir gün..."
RHETT : "Açıkçası canım, hiç umurumda değil!"
Markus Zusak'ın, 2. Dünya Savaşı Almanya'sında yaşayan küçük kız çocuğu Liesel Meminger'in uzun süre hafızalardan silinmeyecek ilginç hikayesini çarpıcı bir dille anlatan Kitap Hırsızı şimdiye kadar otuz dile çevrildi. Avustralya ve çeşitli ülkelerde pek çok ödül almasının yanı sıra; Amazon.com, Amazon.co.uk ve The New York Times çoksatanlar listesinde bir numaraya yükseldi. Brezilya, İrlanda ve Tayvan'da da birinci sıraya yerleşirken, İngiltere, İspanya, Norveç, İsrail ve Kore'de ilk beşe girdi. Uzun süre çoksatanlar listelerinde üst sıralardaki yerini koruyan ve aynı isimle sinemaya uyarlanarak daha da geniş kitlelere ulaşmayı başaran Kitap Hırsızı, yazarın etkileyici dili ve merak uyandıran
konusuyla klasikler arasında yer almaya aday bir kitap.
"Hayatınızı böylesine derinden etkileyen başka bir kitaba daha rastlamamışsınızdır. Muhteşem!
Ambrose Young okulun en çekici çocuğu ve kasabanın yıldız güreşçisiydi. Uzun boylu ve yapılı bir vücudu, omuzlarına değen saçları ve yakıcı gözleriyle aşk romanlarının kapaklarını süsleyebilecek kadar yakışıklıydı. Fern Taylor bunun farkındaydı ve Ambrose Young'a aşıktı. Belki de bu kadar yakışıklı olduğu için Fern asla onunla birlikte olabileceğini düşünmemişti. Ta ki her şey tersyüz olana ve Ambrose'un eski yakışıklılığından eser kalmayana kadar.
Tersyüz, beş genç adamın küçük bir kasabadan kalkıp savaşa gidişinin ve içlerinden sadece birinin geri dönüşünün hikayesi... Hayatı, benliği, güzelliği kaybetmenin hikayesi... Bir kızın, yıkılmış bir çocuğa ve yaralı bir savaşçının, sıradan bir kıza olan aşkının hikayesi... Kalp kırıklığının üstesinden gelen bir arkadaşlığın ve bilinen kalıpların dışına çıkan bir kahramanın hikayesi...
Tersyüz, hepimizin içinde biraz iyiliğin biraz da kötülüğün olduğunu keşfettiğimiz modern çağın Güzel ve Çirkin'i..
Captivating and action-packed, From Blood and Ash is a sexy, addictive, and unexpected fantasy perfect for fans of Sarah J. Maas and Laura Thalassa.
A Maiden…
Chosen from birth to usher in a new era, Poppy’s life has never been her own. The life of the Maiden is solitary. Never to be touched. Never to be looked upon. Never to be spoken to. Never to experience pleasure. Waiting for the day of her Ascension, she would rather be with the guards, fighting back the evil that took her family, than preparing to be found worthy by the gods. But the choice has never been hers.
A Duty…
The entire kingdom’s future rests on Poppy’s shoulders, something she’s not even quite sure she wants for herself. Because a Maiden has a heart. And a soul. And longing. And when Hawke, a golden-eyed guard honor bound to ensure her Ascension, enters her life, destiny and duty become tangled with desire and need. He incites her anger, makes her question everything she believes in, and tempts her with the forbidden.
A Kingdom…
Forsaken by the gods and feared by mortals, a fallen kingdom is rising once more, determined to take back what they believe is theirs through violence and vengeance. And as the shadow of those cursed draws closer, the line between what is forbidden and what is right becomes blurred. Poppy is not only on the verge of losing her heart and being found unworthy by the gods, but also her life when every blood-soaked thread that holds her world together begins to unravel.
Toni Morrison'ın zamanımızın en büyük yazarlarından saydığı, antropolog, sinemacı, tiyatro oyunu yazarı, öykücü ve romancı Zora Neale Hurston ateizmiyle, siyah-beyaz toplumsal bütünleşmesine dair görüşleriyle ayrıksı bir isimdi. Yaşadığı dönemde Harlem Rönesansı'nın kilit yazarlarından olsa da yapıtları görmezden gelindi. Ancak Alice Walker'ın 70'lerdeki bir makalesinden sonra ilgi görmeye başladı. Gözleri Tanrı'yı Seyrediyordu günümüzde Afro-Amerikan edebiyatının en çok okunan eserlerinden.
Güzeller güzeli, başına buyruk Janie Crawford büyüklerinin yolundan gitmek istemiyor. Gönlüne göre sevecek, aklına eseni yapacak, istediği biçimde yaşayacak o. Janie tam üç kere evlenecek ve yokluktan zenginliğe, sevgisizlikten aşka yolculuğunda bazen gerçekten zor olsa da burnunun dikine gitmekten asla vazgeçmeyecek.
Zora Neale Hurston'dan Gözleri Tanrı'yı Seyrediyordu, uzun süre kıymeti bilinmeyen bir yazarın başyapıtı, kimsenin merhametine ihtiyacı olmayan bağımsız kadınların romanı.
Bir tatil indirimi veya haftalık özel bir indirim mi sunuyorsunuz? Müşterilerinizi bu muhteşem fırsatla heyecanlandırmak için burada duyurun.
Yeni bir yer mi açtınız; mağazanızı yeniden mi tasarladınız veya yeni bir ürün ya da hizmet mi eklediniz? Bu haberi kendinize saklamayın; paylaşın, duymayan kalmasın.
Müşterilerin soruları varsa, bizim de yanıtlarınız var. En sık sorulan soruları ekleyin; böylece herkes kazançlı olsun.
kitaplıyorum.com
Telif Hakkı © 2021 kitaplıyorum.com - Tüm Hakları Saklıdır.
GoDaddy Destekli
Web sitesi trafiğini analiz etmek ve web sitesi deneyiminizi optimize etmek amacıyla çerezler kullanıyoruz. Çerez kullanımımızı kabul ettiğinizde, verileriniz tüm diğer kullanıcı verileriyle birlikte derlenir.
Hoş Geldiniz! Denemeye Değer!